What You Can Learn About a Country from the Faces of Its Leaders




A striking reality hit artist Guney Soykan when he made one face out of the portraits of a given country's leaders from the past 50 years.


This article originally appeared on VICE UK

You can tell a lot about a country based on who runs it. Almost five months after he stepped down from his role as Prime Minister, you might for a second forget that David Cameron isn't still running the UK. He's come to define the last few years of austerity Britain, of a Tory party that champions spending cuts and slashed benefits for the young, while making jokes about how the leader of the opposition does up his tie and sings the national anthem. Gordon Brown symbolizes a sort of sad-faced dejection; Blair an optimism that later soured beyond belief and turned his name into a leftie slur, and Thatcher the crushing blow to industry that shook Britain to its core—or "power dressing" if you're a women's magazine.

But how much of that could you really learn from just looking at a photo of the prime minister? For Amsterdam-based artist Guney Soykan, one simple concept helps to chart the changing face of leadership in a handful of countries, displayed in his Face of a Nation project. And it all started with Guney's birthplace, in Turkey.

"The election results on November 1, 2015 were a big surprise for the opposition," he says. "Besides all of the controversy surrounding the government's actions, Erdogan and his AK Party had won the election again—by a major landslide. I was trying to understand the reasons behind the results. One of the things I realized was that voting behavior is very emotional: The elected leaders are a reflection of their society. And to me, that reflection is not only about the ideas, but also about the personality of the leader. I believe that people tend to vote for leaders with whom they can identify."

So he decided to bring together a visual record of the people chosen to run their countries—however democratically—over the past 50 years, creating a sort of time-lapse composite photo of one face made up of slivers of all the former leaders. The results vary, from the tiny splinters of men in Turkey's tumultuous political atmosphere to the creepy continuity of North Korea.

"It was almost too easy to put together the faces of the North Korean leaders. There are only three, and they're all part of the same family lineage," he says. "But when searching for images to use, I noticed something else that tells us about the political communication in North Korea—the most popular portraits of these leaders are almost identical. They all portray the men from the same angle, wearing the same glasses, and with a very similar haircut. North Korean propaganda leaves no room for doubt that the ideology of their first leader Kim Il-sung continues throughout his successors."

Other countries had their own tropes. "The official presidential photos released by the White House are always the same—facing to the right and smiling at camera," he says. "Meanwhile, Russian leaders have always been portrayed in a very serious and powerful pose." In South Africa, you watch as the majority black country moves from being run by the white-minority, racist apartheid government, to the post-independence ANC party.

 

What about countries he hasn't featured? The places that don't tend to come up in the usual global conversations around the G-8 or G-20 countries? "I think everyone is more or less aware of what is going on near their country. So even if your neighbors aren't among these global political 'superstars,' you will still know about their political leaders. And the actions of these political players will play a role in your perception of that country."

Ultimately, the project is a reflection on history. You can follow the homogeneity of most country's leaders—mostly male, generally of one specific ethnic group—and ask yourself what that tells you about the rest of that nation's citizens. Guney just pulled these images off the internet, so understands this is less a photographic piece than one about perception. For him, Turkey tells the most compelling tale, and sheds light on recent electoral upsets we've witnessed in both the US and UK this year.
"Turkish history is full of coups, of which the recently failed military coup is but an example. In the timetable you can see that Nihat Erim became the Prime Minister in 1971 after a coup that created so much instability in the political scene that it led to another coup only nine years later," he says. "Looking at all these instabilities it becomes easier to understand why the average voter is opting for a seemingly 'stable' choice nowadays." Seen that way by anyone who was surprised by Brexit or Trump, the promises for "taking back control" in Britain and making American "great again" make a lot more sense.See the rest of the 'Face of a Nation' series below.
Sıkıysa Paylaş:

Gerçek Zamanlı Yüz Takibi ve Projeksiyon Yansıtmayla Dans Gösterisi: INORI

İlk olarak OMOTE ile 2014'te yazdığımız yaratıcı yönetmen Nobumichi Asai'nin gerçek zamanlı yüz takibi ve projeksiyon yansıtma projeleri bu kez bir ortaklıkla yeni bir kullanım alanı kazandı. Asai, bağlı olduğu tasarım stüdyosu WOW ile projeye dahil olurken diğer yanda Tokyo Üniversitesi'nin Ishikawa Watanabe Laboratuarı da kendi teknolojileriyle katkı sağlıyordu. Bu laboratuvar çatısı altında Ağustos 2015'te yüksek hızda kesintisiz projeksiyon yansıtma yapabildiklerini yayınladıkları bir araştırma ve video ile duyurmuşlardı.

WOW'un gerçek zamanlı yüz takibi ve Ishikawa Watanabe Laboratuarı'nın hareketli objelere kesintisiz yansıtma teknolojileri birleşince de ortaya INORI çıkıyor. Japon dans ikilisi Aya Bambi'nin yer aldığı INORI; saniyede 1.000 kare yansıtabilen projeksiyonla adeta kişinin yüzü ile yansıtma arasındaki çizginin yok olduğu bir performans olarak karşımıza çıkıyor.

INORI için hazırlanan yapım aşaması videosu kullanılan teknolojinin ve takım çalışmasının detaylarını açıklıyor. Performans videosu ise hareketin katkısıyla Asai'nin önceki işlerinin de üzerine çıkıyor.


INORI (Prayer) from nobumichi asai on Vimeo.


source: bigumugu
Sıkıysa Paylaş:

My Suburban Stories Trailer



“My Suburban Stories” is an exclusive film witnessing the underground life in Ceyhan suburban of Adana, in southern Turkey. Director Yunus Ozan Korkut, once a local, captures the streets otherwise forbidden to the ordinary citizens in an extremely sincere style and combines it with untold stories from an exquisite pallet of characters consisting of his neighbours, friends and relatives.
Sıkıysa Paylaş:

On parmağında on marifet, fifty-fifty bir sanatçı: ARİ ALPERT



Ari, sanatın birden çok dalına gönül verenlerden. Baskı, gravür, stensil sokak sanatından tutun da DJ’liğe kadar on parmağında on marifet; dinamik, doğal ve mizah yönü güçlü bir karakter; MixerArt’ta atölye çalışmaları yapıyor, aynı zamanda kendi reklam firması da var. Eserlerini birçok galeride bulabileceğiniz sanatçıyı gelin hep beraber daha yakından tanıyalım.

 

Ari Alpert kimdir? Biraz kendinizden bahseder misiniz?

Ari Sarkis Alpert. İlk ismim hem Ermeni hem Yahudi. ‘Cesur’ anlamına geliyor, aynı zamanda da ‘karınca’ demek. Orta ismim Sarkis. Yarı Amerikalı yarı Türküm. 1975’te New York’ta doğdum. Annem Türk Ermeni, babam ise Amerikalı bir Yahudi. Boston’da, üniversitede güzel sanatlar okudum. 25 senedir de bu işi devam ettiriyorum.

Bugün olduğunuz kişi olmanızda etnik kökeninizin etkisi nedir? Farklı etnik kökenlere ait anne ve babanın oğlu olmanız, farklı bir ülkede doğup, farklı ülkelerde yaşamış olmanız hayatınıza neler kattı?

Aslında pek bir tat alamadım çünkü hep uzak kaldım. Bağımsız bir şekilde yaşadığım için çok farklı iki dinin kültüründen daha çok Türk kimliğim öne çıktı. Türk kültürü sanatımı ve karakterimi çok etkilemiştir. Amerika, İngiltere ve Portekiz’de yaşadım. Kültürel anlamda hep enteresan bir insan olarak tanınmışımdır; zaten ben de hayatımı enteresan bir şekilde yaşadım.

Peki, bunların zorlukları oldu mu?

Kimlik karmaşası pek olmadı aslında. Hep derim, benim hayatta olmam bir mucize. Bir Yahudi ve Ermeni’nin bir araya gelmesi zaten zor. Aileler birbirini kolay kabul etmedi. Çok gençken bununla ilgili bazı zorluklar yaşadım. Bu durumumu hep espriye vurmuşumdur. Yarı Türk yarı Amerikalı yarı Yahudi yarı Ermeni şekilde takılmışımdır. Yani ‘fifty–fifty’yim.

Liseden sonra bir sanat okulu bulmak üzere Amerika’ya taşınmışsınız. Neden sanatı seçtiniz? Sanata olan ilginiz nereden geliyor?

Sanata ilgim çocukken de vardı. Kendimi en iyi ifade etme biçimim hep sanat oldu. Görsel bir hafızam var. Türkiye’de lisedeyken resme odaklandım. Görseller bana her zaman ilham verdi. Liseyi bitirir bitirmez zaten sanat okuyacağım belliydi. Sadece hangi alanda, ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Gravür olsun, başka bir sanat dalı olsun… Zaten okul dışında da hep boyayıp çiziyordum. Özellikle seksenlerin ortasında grafitinin New York ve Londra’da oluşumu sırasında benim de sokaklarda, sanat içinde büyümem çok etkili oldu. Hâlâ da baskı, serigrafi gibi repetitif sanat üzerine devam ediyorum. Zaten stensil,  grafiti de öyle bir şey.

Stensil ve grafitiyi biraz açıklar mısın?

Stensil sokak sanatı. Şablona bir imajı kesip, çoğaltabiliyorsun. Yani aynı imajı repetitif bir şekilde sokaklarda çoğaltabiliyorsun. Bunun en büyük örneklerinin başında Banksy gelir. Ya da Blek le Rat. Türkiye’de Turbo adıyla bilinen grafiticiler var. Onlar daha çok balon yazılarla veya sprey ile iki farklı şekilde uygulama yaparlar. ‘Obey’ diye çok ünlü bir imajı var Shephard Fairey’nin. Ben de mesela 2000 yılında Türkiye’ye ilk geldiğim zaman o portreye bir bıyık taktım. ‘Obey’ yerine ismi ‘Osman’ oldu. Bir batı-doğu karmaşası olsun, küçük bir sentez olsun istedim. Ben de kendime bu şekilde isim yapmış oldum. Grafiti ise sprey boya ile direk boyadığın bir sanat alanı.

2001 yılında Amerika’dan Türkiye’ye dönme kararı verdiniz. Bu kararın nedeni neydi?

Türk insanını çok seviyorum. Türk insanının içinde birçok kültürel çatışma olduğunu görüyorum. Burada birçok arkadaşım var; insanlar çok daha sıcakkanlı ve duygusal. Kendimi daha yakın görüyorum buraya. Bunun dışında İstanbul çok ilham verici bir şehir. Türkiye’de icra edilmeyen birçok sanat dalının olduğunu fark ettim. Sokak sanatı, gravür, stensil anlamında. Türkiye’ye gelir gelmez kendime bir isim yaptım. Ve doğru tespit etmişim ki, işlerim de iyi gidiyor. Türkiye’ye 2001‘de taşınıp bir daha da dönmedim zaten.

Özgeçmişinizden görüyoruz ki, hep kurumsal ve sanatsal yaşam arasında gidip gelmişsiniz. Bu sizinle ilgili neyi anlatıyor? Türkiye’de reklam sektöründe çalışırken DJ’lik yapmaya başladınız. Müzik dalına girme hikâyeniz nedir?

Her türlü üretkenliğe çok açığım. On parmağında on marifet derler ya, öyle bir yeteneğim var. Aslında hep Yahudi kafam yani ticaret kafam çok iyi çalışıyor demişimdir. Sanatı ve işi nasıl entegre ederim diye düşündüm ve orta yol olarak reklamcılığı buldum. 15 senedir reklamcılıkla sanatı bir arada götürüyorum. Müzik konusuna gelirsek, ilk kez 2001 yılında, elektro müzik türünde ‘Discjockey Ari’ adı altında DJ’lik yapmaya başladım. Ve halen aktif olan ‘Osman Productions’ altında kültürel faaliyetler yürüttüm.

Yeniliğe açım ve yeni bir şey gördüğüm an heyecanlanıyorum. Kurumsallığı azalttım. Kendi şirketim var. Evden çalışıyorum. ‘Art Solutions’, sanat ve teknolojiyi harmanlayan bir firma aslında. Tipik bir reklamcılık vizyonundan değil de, sanatın birçok dalından bakabiliyoruz. İnsanlar artık kendini tekrar eden reklamlardan sıkılıyor. O yüzden sanatı veya insanı vuracağı en uygun noktalardan vurursak, görsellik açısından faydalı olabileceğini düşünüyoruz. Örneğin yaptığımız organizasyonlarda insanlara stensil veya başka bir şey yaptırıyorum. Başka organizasyonlarda bir anahtarlık veriyorlar. Bense stensili bir t-shirt üzerinde nasıl boyayacağını gösterip hem stensilin nasıl yapıldığını öğretiyorum hem de “Ben bu t-shirt’ü kendim yaptım” dedirtmiş oluyorum. Böylelikle markayla da daha yakın bir bağ kurabiliyorlar. Yoksa bir takvim de hediye edilebilir. Ancak onun yerine bir şeyi sanat aracılığıyla öğretmek çok daha kıymetli bence. Çünkü herkesin içinde sanatsal bir potansiyel olduğunu düşünüyorum.

Tercihim sadece sanattan para kazanmak ama onun için kendini çok adamak gerekiyor. Biraz da şans lazım. Tabii ekmek parası kazanmam gerekiyor. Bu yüzden istemeye istemeye de olsa iş kısmını da yapıyorum.

Sizce sanattan para kazanmak Türkiye’de özellikle mi zor?

Tabii ki. Çok daha kapalı kurumlar var. Örneğin Mimar Sinan, Marmara grupları var. Çok nadir aralarına birini alıyorlar. Ya çok yetenekli olman gerekiyor ya da onların seni keşfetmesi lazım. Şu an bu durum gitgide gelişiyor sanatsal anlamda ama yine de genelde zor. Çok iyi bir galerinin seni temsil etmesi gerekiyor para kazanabilmen için ve bir de alıcı olması tabii ki. Türkiye’deki ekonomik durum çok şahane olmadığı için bugün kimse her ay 5000 liralık tablo satın alamıyor. Şahsen bunu sadece para için yapmıyorum ben, mutlu olduğum için yapıyorum.

Bugünlerdeki projeleriniz neler? Bunları nasıl ve nerelerden takip edebiliriz?

Halen Sıraselviler’deki Mixer Sanat Galerisi ile çalışıyorum. Baskı sanatlarını destekleyen bir yer ve benim de yıllardır takip ettiğim bir galeri. Onlar beni keşfetti. Şu anda işlerim orada sergileniyor. Aynı zamanda online sitesi var. Oradan işler satın alınabiliyor. Şimdi Akmerkez’de yeni bir fuar hazırlanıyor. Baskılarım da satılacak. Nisanda başlayacak ve bir ay sürecek.

Bunun yanı sıra Mixer’in yapacağı ’Additions’  adlı bir sergi olacak. Uluslararası bir organizasyon. Orada yine bir baskım yer alacak. Onun dışında üretmeye devam ediyorum. Karşıma ne tür teklifler gelirse değerlendireceğim gibi gözüküyor. Art Solutions, 360 derece bir ajans. Şu anda organizasyon, basım ve dijital iş yapıyoruz. Survivor programı için bir telefon ve video yarışması hazırlıyoruz. Web sitesi, sosyal medya yönetimi, aplikasyonlar, yarışmalar aynı zamanda etkinlikler de yapıyoruz ki en haz ettiğim şey de bu.

T-shirt boyama etkinliklerimiz oluyor. Hem çok eğitici oluyor hem de insanlar çok severek yapıyor. Bunları atölyeler halinde marka adına yapıyoruz. Harika bir pozitif bir enerji oluşuyor. www.arialpert.com/ adresinden, sosyal medyadan, bir de https://www.artsolutions.works/ sitesinden organizasyonları takip edebilirsiniz. Her üç ayda bir Mixer’de ders veriyorum. Aynı zamanda benimle iletişime geçenlere özel ders de verebiliyorum. İlk dersimizi üç ay evvel verdik. İnsanlara başlangıç seviyesinde en azından gravür nasıl yapılır, baskı teknikleri nedir gösteriyorum.

Sıkıysa Paylaş:

Hard out here for a pimp




You know it's hard out here for a pimp (you ain't knowin)
When he tryin to get this money for the rent (you ain't knowin)
For the Cadillacs and gas money spent (you ain't knowin)
[1] Cause a whole lota bitches jumpin ship
[2] Will have a whole lota bitches jumpin ship (you ain't knowin)

[Djay]
In my eyes I done seen some crazy thangs in the streets
Gotta couple hoes workin on the changes for me
But I gotta keep my game tight like Kobe on game night
Like takin from a ho don't know no better, I know that ain't right
Done seen people killed, done seen people deal
Done seen people live in poverty with no meals
It's fucked up where I live, but that's just how it is
It might be new to you, but it's been like this for years
It's blood sweat and tears when it come down to this shit
I'm tryin to get rich 'fore I leave up out this bitch
I'm tryin to have thangs but it's hard fo' a pimp
But I'm prayin and I'm hopin to God I don't slip, yeah

[Chorus]

[Djay]
Man it seems like I'm duckin dodgin bullets everyday
Niggaz hatin on me cause I got, hoes on the tray
But I gotta stay paid, gotta stay above water
Couldn't keep up with my hoes, that's when shit got harder
North Memphis where I'm from, I'm 7th Street bound
Where niggaz all the time end up lost and never found
Man these girls think we prove thangs, leave a big head
They come hopin every night, they don't end up bein dead
Wait I got a snow bunny, and a black girl too
You pay the right price and they'll both do you
That's the way the game goes, gotta keep it strictly pimpin
Gotta have my hustle tight, makin change off these women, yeah

Category
Music
License
Standard YouTube License

Sıkıysa Paylaş:

AKM’nin akıbeti: Bir yılan hikayesi





Atatürk Kültür Merkezi sekiz yıldır, kaderine terk edilmiş bir halde Taksim’in bir ucunda sessizce bekliyor. 2008-2013 yılları arasında yenileme teşebbüsünde bulunulsa da, son üç yıldır tek bir kazma vurulmuyor. Çünkü zaman zaman hortlayan bir ‘yıkma’ sevdasıdır gidiyor.

Önünde her daim bir hareketliliğin olduğu, sadece bir broşür ya da girişindeki gişeden oyun bileti almak için sıklıkla uğranılan, akşamları içerideki ışıkların Taksim’i aydınlattığı günler. Belli bir yaş grubunun ilk oyun, ilk opera, ilk bale temsilini izlediği sahne. Şimdi sadece binaya bakmak isteseniz bile, ya bir film afişi ya da gündeme uygun bir poster görüyorsunuz. Zamanında içeriden dışarıyı, dışarıdan içeriyi rahatlıkla görebilmek için dış cephenin özellikle cam olarak tasarlandığı AKM, hala orada ama artık nefes almıyor.

Son oyun, 31 Mayıs 2008

31 Mayıs 2008’de 16. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde Danimarkalı topluluğun ‘Operation: Orfeo’ isimli oyunu, AKM’de oynanan son oyun oldu. Ardından, 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinliklerinde açılmak üzere kapılar, bir daha açılmamak üzere kapandı.

“Taksim’de alışılmışın dışında bir hareket vardı”

1940’lı yıllarda, nüfusu 800 bin civarında olan İstanbul için bir opera binasının yapılmasını isteyen kişi dönemin İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı olan Dr. Lütfi Kırdar’dı. 4 bin kişilik Harbiye Açıkhava Tiyatrosu ve 2 bin 700 kişilik opera binasının yapılmasına önayak olması, İstanbul kültür hayatı için önemli adımlardı. 29 Mayıs 1946’da İstanbul Kültür Sarayı’nın temeli atıldı. Kırdar’ın arzusu İstanbul’un fethinin 500. yılında İstanbul Kültür Sarayı’nın açılmasıydı. Fakat açılış bu tarihe yetişmedi. Daha sonra 1956 yılında Yüksek Mühendis Mimar Dr. Hayati Tabanlıoğlu projenin başına geçti ve inşaata yeniden başladı. Zaman zaman yaşanan ödenek sorunlarından Tabanlıoğlu, Arkitekt dergisinde şöyle bahsetmişti:

“İstanbul Kültür Merkezi, iyi niyetlerle başlanıp kanunun özellikleri dolayısıyla inşaat ve tatbikatında türlü safhalar geçirmiş çileli bir yapıdır, fakat veriler ve içinde bulunulan şartlar ne olursa olsun mimarın çözümleyip sonuçlandırması gerekli şerefli görevdir.”

Tabanlıoğlu 1969 yılında İstanbul Kültür Sarayı’nı bitirdi ve 12 Nisan’da binanın görkemli bir açılışı yapıldı. Açılış için sahnelenecek eser seçimi de sorun oldu ve en sonunda Çeşmebaşı balesi ve ardından Aida operası seçildi.

Hayat dergisinin 24 Nisan 1969 tarihli sayısında, İstanbul Kültür Sarayı’nın açılışına şöyle yer verilmişti:

“Taksim alanında, alışılmışın dışında bir hareket vardı. Alana açılan yollar boyunca beyaz miğferli toplum polisleri sıra sıra dizilmiş, binanın çevresine de itfaiyeciler yerleştirilmişti. Otomobillerinin kapıya kadar gelmesini bekleyemeyenler, alanın ortasında inip, uzun tuvaletlerinin eteklerini tutarak hızla içeri koşuyorlardı.”

Kültür Sarayı açılalı daha iki sene olmamıştı ki, Arthur Miller’ın Cadı Kazanı oyunu esnasında, sahnenin üstünde çıkan yangın sonrası binanın yarısından büyük bölümü kül oldu. Temsili izlemeye gelen binlerce insanın rahatlıkla tahliyesi sağlandı ama yangının nedeni bulunamadı. Yangının ardından Tabanlıoğlu binayı onardı ve bina 1978’de dönemin Kültür Bakanı Talât Sait Halman’ın, “Cumhuriyet devrinde saray kurulmaz; bu, imparatorluk devrindeydi. Bu bakımdan binaya ‘Atatürk Kültür Merkezi’ adı verilmiştir” açıklamasıyla bina Atatürk Kültür Merkezi olarak yeniden açıldı.

Açılışta Hikmet Şimşek yönetimindeki orkestranın seslendirdiği Yunus Emre Oratoryosu, Othello temsili, Al Yazmalım film gösterimi, İdil Biret resitali, Ruhi Su konseri gerçekleştirildi ve heykelden karikatüre çeşitli sergiler sanatseverle buluştu.

Atatürk Kültür Merkezi, açıldığından bu yana talihsizliklerle boğuştu, boğuşmaya da devam ediyor. Hiçbir zaman beklenen tarihlerde açılamaması ve bir zaman sonra da yıkılma-yenilenme, mimarisinin eleştirilmesi gibi konular tartışılmaya başlandı.



“Projenin bağımsız olması güç odaklarını rahatsız etti”

2005 yılında dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, “Ömrünü tamamladı, yıkılmalı” dedi, sanatçılar ses çıkardı ve konu sessizce kapandı. 2000’li yılların sonlarına doğru, İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti adaylarından olması için birileri uğraşıyordu. Adaylık dosyasına zorla İstanbul’u da ekleyen mimarlık tarihçisi ve yazar Korhan Gümüş ve arkadaşlarından başkası değildi. Gümüş süreci şöyle anlatıyor:

“Bağımsız ve gönüllü bir girişim oluşturduk. Çünkü bunu yapmadan AKM için farklı bir şey yapmak mümkün değildi. Çok zorlu bir mücadele verildi. Bu sayede Başbakan ikna edildi. Ortaya çıkan proje mükemmeldi, çünkü deha düzeyinde uzmanlar çalıştı. Ancak projenin bağımsız ve gönüllü insanlar tarafından yönetilmesi ve geliştirilmesi her zaman olduğu gibi bakanlık etrafında yuvalanmış güç odaklarını rahatsız etti. Bu projeyi kimsenin aklına gelmeyecek bir yöntemle, geçmişte kurul onayı almış bir ‘uyduruk’ projeyi İdare Mahkemesi kararı ile durdurarak engellediler. Yani resmen tuzak kurdular. Bakan da Günay, zannetti ki para bulursa bir adım atabilecek. Bu arada kendisine defalarca söyledim, ‘Bu iş kapalı kapılar ardında olmaz’ diye. Çünkü bu projenin asıl yeniliği yönetimiydi; yani katılımcı, şeffaf ve proje müelliflerinin bağımsız olmasıydı. Bu bildik çevre böylece Erdoğan'ın üzerindeki baskıyı kaldırdı, onu rahatlattı ve o da, ‘Ben bunları biliyorum, onların istediği dilden konuşurum’ dedi ve uygulamayı durdurdu.”

2009 yılında Koruma Kurulu, AKM'nin 'mevcut haliyle onarımı' kararını aldı ve Tabanlıoğlu yeni projeyi hazırladı. Aynı zamanlarda, bir haber yapmak üzere onlarca izinden sonra fotoğrafçı arkadaşımla AKM’ye girdik. Bir görevli bizimle son gelişmeleri paylaşırken bir yandan gezdiriyordu. Kolonların bazıları kırılmış, koltuklar yerinden sökülmüş, yerler kazılmıştı. Görevli bize, “Burası 2010’a yetişmez, çok zor” demişti. Nitekim yetişmedi. Bakanlık işin tamamlanması için sponsorluk arayışına girdi ve Sabancı Vakfı 2012 yılında, konser salonuna isimlerinin verilmesi taahhüdü karşılığında 30 milyon TL destek vereceğini söyledi. Bakanlığın bütçesi ile birlikte 70 milyon bedelle bina yeniden ihaleye açıldı.

“Meydanı meydan yapan bir mücevherdi”

2012 yılında SALT Galata’da mimar Pelin Derviş’in, mimar Gökhan Karakuş ile birlikte açtığı “Modernin İcrası: Atatürk Kültür Merkezi 1946-1977” isimli sergisi, AKM’nin yokluğunda açılan başarılı bir sergiydi. AKM’nin geçmişine bakan ve değerini ortaya koyan sergide; fotoğraflar, temsillerden sesler, broşürler, biletler, videolar, dönemin tanıklarının ses kayıtları gibi farklı materyaller vardı. Pelin Derviş bugün, incelikli restorasyon veya yenileme yöntemleriyle AKM’nin yenilenmesi için gereken bilgi, teknoloji ve donanıma sahip olduğumuzu söylüyor. Ayrıca AKM’ye dair anılarını da dün gibi paylaşıyor:

“AKM bir program olmadığı zamanlarda bile ışığıyla, meydanı meydan yapan bir mücevherdi. Önündeki taşlıkta festival bileti almak için sabahlayanların hafızasındaki yeri başkadır. Kaçırılmamaya özen gösterilen cuma veya cumartesi konserlerinin yeri ayrıdır. Bir etkinliğe bilet almak veya sadece acaba bu ay ne var diye Taksim’den geçerken gişeye uğramanın, afişlere bakmanın, bir broşür alıp çıkmanın heyecanı diye bir şey vardır. Binaya girdiğinizde, mimar olmanıza gerek yok. O zarif, içinden yukarıya yükselen özel ışıklandırma demetiyle, yuvarlak merdiven dikkatinizi çeker. Fuayesinde beklemenin, oradan, o alüminyum cephenin arkasından Taksim’e bakmanın hoşluğu vardır. Büyük Salon sizi bir battaniye gibi sarar. Düşünüldüğünüzü anlarsınız. Bina bu detaylarla doludur. Dolayısıyla AKM; gerek tiyatro, opera, bale ve sanat galerisinin programlarıyla gerek mimarisiyle kentli için saymakla bitmeyecek bir deneyimler bütünü sunar.”

29 Ekim 2013’te AKM’nin perdelerini açacağı kabul ve ilan edildi, çalışmalar başladı. Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da teslim töreninde oradaydı. Günay, o dönemi şöyle anlatıyor:

"2013 Ocak ayı sonunda görevden ayrılana kadar birkaç kez çalışmaları yerinde gördüm. AKM ve yanında kurulan şantiye ofisine gittim. Yüksek tempolu bir çalışma vardı. Önceki talihsiz gecikmelere rağmen, çalışma artık umut verici bir aşamaya gelmişti.”

2013’ün Ocak ayında böyle bir aşamaya ulaşılmışken, başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Gezi Parkı direnişi esnasında, “AKM’yi yıkıp yerine opera binası yapacağız” dedi.



“AKM, bir yıl boyunca polis karakoluydu”

Bunun üzerine İstanbul Mimarlar Odası, AKM’nin değerini anlatan bir açıklama yayınladı:

“AKM, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu kararı ile 1. derece anıtsal yapı olarak tescil edilmiş ve güvence altına alınmıştır. AKM sadece bir bölümü verilmeye çalışılan bu değerleri ile ‘kültür varlığı’ olma niteliğini birçok başka yapıdan daha fazla hak etmiş bir yapıdır ve onun ülkenin yaşamından kopartılması tüm bu değerlerin de yok sayılacağı anlamına gelir. Bu yaklaşım, koruma kuramının temel dayanaklarının inkar edilmesidir. Ayrıca Koruma Kurullarının aldıkları tescil kararlarının bu kadar kolayca ve böylesi politik baskı sonucu kaldırılması, her türlü kararın zaman içerisinde tartışmalı olacağı anlamına gelecektir. Bütün bu neden, dayanak ve kararlara rağmen Başbakan'ın AKM'nin yıkılacağı yönünde açıklamalar yapmasını bilimi, hukuku, ve yargı kararlarını yok sayan bir tutum olarak değerlendirmekteyiz.”

Gezi Parkı direnişinin ardından bir yıl boyunca AKM’nin önü polis karakolu olarak kullanıldı. İstanbul Mimarlar Odası, Nisan 2014’te bu duruma karşı suç duyurusunda bulundu fakat Ekim 2014’te kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi.

“AKM neden kapalı?”

Bu gelişmenin ardından AKM’deki çalışmalar tamamen durdu. Tüm taraflar sessizleşti. 2015 yılının Mart ayında, AKM’deyiz İnisiyatifi Twitter’da açtığı @AKMdeyiz hesabıyla “AKM neden kapalı?” sorusunu sordu ve kamuoyunun dikkatini çekmeyi başardı.

Aradan sekiz ay geçmişti ki, bir sabah AKM’nin ön cephesinde Ertuğrul 1890 filminin afişini gördük. Boydan boya dev bir afiş asılmıştı. Sanki koca bir billboard muamelesi yapılmıştı. Bir ay kadar afiş orada durdu, sonra kaldırıldı.

Ekim 2016’da Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, katıldığı bir programda ‘o binadan hayır gelmeyeceğini’ şu sözlerle ifade etti: “O binadan hayır gelmeyeceği İTÜ’nün raporundan belli. Rapor olmasa bile çıplak gözle görülüyor zaten. Cumhurbaşkanı da ilan etti, orada İstanbul'a yakışan bir opera binasının yeniden projelendirilmesi ve yapılması gerekiyor. Biz onunla ilgili proje çalışmasını başlattık. Buranın alışveriş merkezi yapılacağına dair iddialar var. Öyle bir şey söz konusu değil, yeni bir opera binası yapılacak."

Ve son olarak geçenlerde Başbakan Binali Yıldırım’ın, “AKM’yi kaldıralım, ne özelliği var o binanın?” cümlesiyle gündem yeniden ateşlendi. Buna karşılık İstanbul Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu da şöyle bir açıklama yaptı:

“AKM’nin değerini Koruma Kurulu tescil ederek ortaya koymuştur. Ayrıca mimarlık, kütür-sanat alanında çalışan bilim insanları, uzmanlar hazırlanan rapor ve düzenlenen belgelerle AKM’nin özelliklerini, değerini bilimsel veriler ortaya koymuştur. AKM’nin bugün işlevisiz hale getirilmesinin sorumlusu AKP iktidarlarıdır. Bir başbakan tarafından AKM’nin değersiz olduğu şeklinde niteleme son derece talihsiz. Bu yapıya politik nedenlerle ya da bölgedeki yüksek rant elde etmek amacıyla karşı çıkabilirsiniz ancak o yapının değersiz olduğunu iddia edemezsiniz.”

Sonuç olarak şu anda AKM’nin akıbetinin ne olacağını kimse bilmiyor. Yenilenmesine dair var olan umut ışıkları da, her geçen gün sönüyor.






İllüstrasyon Özlem Ölçer

Source: Zero

Sıkıysa Paylaş: