On parmağında on marifet, fifty-fifty bir sanatçı: ARİ ALPERT



Ari, sanatın birden çok dalına gönül verenlerden. Baskı, gravür, stensil sokak sanatından tutun da DJ’liğe kadar on parmağında on marifet; dinamik, doğal ve mizah yönü güçlü bir karakter; MixerArt’ta atölye çalışmaları yapıyor, aynı zamanda kendi reklam firması da var. Eserlerini birçok galeride bulabileceğiniz sanatçıyı gelin hep beraber daha yakından tanıyalım.

 

Ari Alpert kimdir? Biraz kendinizden bahseder misiniz?

Ari Sarkis Alpert. İlk ismim hem Ermeni hem Yahudi. ‘Cesur’ anlamına geliyor, aynı zamanda da ‘karınca’ demek. Orta ismim Sarkis. Yarı Amerikalı yarı Türküm. 1975’te New York’ta doğdum. Annem Türk Ermeni, babam ise Amerikalı bir Yahudi. Boston’da, üniversitede güzel sanatlar okudum. 25 senedir de bu işi devam ettiriyorum.

Bugün olduğunuz kişi olmanızda etnik kökeninizin etkisi nedir? Farklı etnik kökenlere ait anne ve babanın oğlu olmanız, farklı bir ülkede doğup, farklı ülkelerde yaşamış olmanız hayatınıza neler kattı?

Aslında pek bir tat alamadım çünkü hep uzak kaldım. Bağımsız bir şekilde yaşadığım için çok farklı iki dinin kültüründen daha çok Türk kimliğim öne çıktı. Türk kültürü sanatımı ve karakterimi çok etkilemiştir. Amerika, İngiltere ve Portekiz’de yaşadım. Kültürel anlamda hep enteresan bir insan olarak tanınmışımdır; zaten ben de hayatımı enteresan bir şekilde yaşadım.

Peki, bunların zorlukları oldu mu?

Kimlik karmaşası pek olmadı aslında. Hep derim, benim hayatta olmam bir mucize. Bir Yahudi ve Ermeni’nin bir araya gelmesi zaten zor. Aileler birbirini kolay kabul etmedi. Çok gençken bununla ilgili bazı zorluklar yaşadım. Bu durumumu hep espriye vurmuşumdur. Yarı Türk yarı Amerikalı yarı Yahudi yarı Ermeni şekilde takılmışımdır. Yani ‘fifty–fifty’yim.

Liseden sonra bir sanat okulu bulmak üzere Amerika’ya taşınmışsınız. Neden sanatı seçtiniz? Sanata olan ilginiz nereden geliyor?

Sanata ilgim çocukken de vardı. Kendimi en iyi ifade etme biçimim hep sanat oldu. Görsel bir hafızam var. Türkiye’de lisedeyken resme odaklandım. Görseller bana her zaman ilham verdi. Liseyi bitirir bitirmez zaten sanat okuyacağım belliydi. Sadece hangi alanda, ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Gravür olsun, başka bir sanat dalı olsun… Zaten okul dışında da hep boyayıp çiziyordum. Özellikle seksenlerin ortasında grafitinin New York ve Londra’da oluşumu sırasında benim de sokaklarda, sanat içinde büyümem çok etkili oldu. Hâlâ da baskı, serigrafi gibi repetitif sanat üzerine devam ediyorum. Zaten stensil,  grafiti de öyle bir şey.

Stensil ve grafitiyi biraz açıklar mısın?

Stensil sokak sanatı. Şablona bir imajı kesip, çoğaltabiliyorsun. Yani aynı imajı repetitif bir şekilde sokaklarda çoğaltabiliyorsun. Bunun en büyük örneklerinin başında Banksy gelir. Ya da Blek le Rat. Türkiye’de Turbo adıyla bilinen grafiticiler var. Onlar daha çok balon yazılarla veya sprey ile iki farklı şekilde uygulama yaparlar. ‘Obey’ diye çok ünlü bir imajı var Shephard Fairey’nin. Ben de mesela 2000 yılında Türkiye’ye ilk geldiğim zaman o portreye bir bıyık taktım. ‘Obey’ yerine ismi ‘Osman’ oldu. Bir batı-doğu karmaşası olsun, küçük bir sentez olsun istedim. Ben de kendime bu şekilde isim yapmış oldum. Grafiti ise sprey boya ile direk boyadığın bir sanat alanı.

2001 yılında Amerika’dan Türkiye’ye dönme kararı verdiniz. Bu kararın nedeni neydi?

Türk insanını çok seviyorum. Türk insanının içinde birçok kültürel çatışma olduğunu görüyorum. Burada birçok arkadaşım var; insanlar çok daha sıcakkanlı ve duygusal. Kendimi daha yakın görüyorum buraya. Bunun dışında İstanbul çok ilham verici bir şehir. Türkiye’de icra edilmeyen birçok sanat dalının olduğunu fark ettim. Sokak sanatı, gravür, stensil anlamında. Türkiye’ye gelir gelmez kendime bir isim yaptım. Ve doğru tespit etmişim ki, işlerim de iyi gidiyor. Türkiye’ye 2001‘de taşınıp bir daha da dönmedim zaten.

Özgeçmişinizden görüyoruz ki, hep kurumsal ve sanatsal yaşam arasında gidip gelmişsiniz. Bu sizinle ilgili neyi anlatıyor? Türkiye’de reklam sektöründe çalışırken DJ’lik yapmaya başladınız. Müzik dalına girme hikâyeniz nedir?

Her türlü üretkenliğe çok açığım. On parmağında on marifet derler ya, öyle bir yeteneğim var. Aslında hep Yahudi kafam yani ticaret kafam çok iyi çalışıyor demişimdir. Sanatı ve işi nasıl entegre ederim diye düşündüm ve orta yol olarak reklamcılığı buldum. 15 senedir reklamcılıkla sanatı bir arada götürüyorum. Müzik konusuna gelirsek, ilk kez 2001 yılında, elektro müzik türünde ‘Discjockey Ari’ adı altında DJ’lik yapmaya başladım. Ve halen aktif olan ‘Osman Productions’ altında kültürel faaliyetler yürüttüm.

Yeniliğe açım ve yeni bir şey gördüğüm an heyecanlanıyorum. Kurumsallığı azalttım. Kendi şirketim var. Evden çalışıyorum. ‘Art Solutions’, sanat ve teknolojiyi harmanlayan bir firma aslında. Tipik bir reklamcılık vizyonundan değil de, sanatın birçok dalından bakabiliyoruz. İnsanlar artık kendini tekrar eden reklamlardan sıkılıyor. O yüzden sanatı veya insanı vuracağı en uygun noktalardan vurursak, görsellik açısından faydalı olabileceğini düşünüyoruz. Örneğin yaptığımız organizasyonlarda insanlara stensil veya başka bir şey yaptırıyorum. Başka organizasyonlarda bir anahtarlık veriyorlar. Bense stensili bir t-shirt üzerinde nasıl boyayacağını gösterip hem stensilin nasıl yapıldığını öğretiyorum hem de “Ben bu t-shirt’ü kendim yaptım” dedirtmiş oluyorum. Böylelikle markayla da daha yakın bir bağ kurabiliyorlar. Yoksa bir takvim de hediye edilebilir. Ancak onun yerine bir şeyi sanat aracılığıyla öğretmek çok daha kıymetli bence. Çünkü herkesin içinde sanatsal bir potansiyel olduğunu düşünüyorum.

Tercihim sadece sanattan para kazanmak ama onun için kendini çok adamak gerekiyor. Biraz da şans lazım. Tabii ekmek parası kazanmam gerekiyor. Bu yüzden istemeye istemeye de olsa iş kısmını da yapıyorum.

Sizce sanattan para kazanmak Türkiye’de özellikle mi zor?

Tabii ki. Çok daha kapalı kurumlar var. Örneğin Mimar Sinan, Marmara grupları var. Çok nadir aralarına birini alıyorlar. Ya çok yetenekli olman gerekiyor ya da onların seni keşfetmesi lazım. Şu an bu durum gitgide gelişiyor sanatsal anlamda ama yine de genelde zor. Çok iyi bir galerinin seni temsil etmesi gerekiyor para kazanabilmen için ve bir de alıcı olması tabii ki. Türkiye’deki ekonomik durum çok şahane olmadığı için bugün kimse her ay 5000 liralık tablo satın alamıyor. Şahsen bunu sadece para için yapmıyorum ben, mutlu olduğum için yapıyorum.

Bugünlerdeki projeleriniz neler? Bunları nasıl ve nerelerden takip edebiliriz?

Halen Sıraselviler’deki Mixer Sanat Galerisi ile çalışıyorum. Baskı sanatlarını destekleyen bir yer ve benim de yıllardır takip ettiğim bir galeri. Onlar beni keşfetti. Şu anda işlerim orada sergileniyor. Aynı zamanda online sitesi var. Oradan işler satın alınabiliyor. Şimdi Akmerkez’de yeni bir fuar hazırlanıyor. Baskılarım da satılacak. Nisanda başlayacak ve bir ay sürecek.

Bunun yanı sıra Mixer’in yapacağı ’Additions’  adlı bir sergi olacak. Uluslararası bir organizasyon. Orada yine bir baskım yer alacak. Onun dışında üretmeye devam ediyorum. Karşıma ne tür teklifler gelirse değerlendireceğim gibi gözüküyor. Art Solutions, 360 derece bir ajans. Şu anda organizasyon, basım ve dijital iş yapıyoruz. Survivor programı için bir telefon ve video yarışması hazırlıyoruz. Web sitesi, sosyal medya yönetimi, aplikasyonlar, yarışmalar aynı zamanda etkinlikler de yapıyoruz ki en haz ettiğim şey de bu.

T-shirt boyama etkinliklerimiz oluyor. Hem çok eğitici oluyor hem de insanlar çok severek yapıyor. Bunları atölyeler halinde marka adına yapıyoruz. Harika bir pozitif bir enerji oluşuyor. www.arialpert.com/ adresinden, sosyal medyadan, bir de https://www.artsolutions.works/ sitesinden organizasyonları takip edebilirsiniz. Her üç ayda bir Mixer’de ders veriyorum. Aynı zamanda benimle iletişime geçenlere özel ders de verebiliyorum. İlk dersimizi üç ay evvel verdik. İnsanlara başlangıç seviyesinde en azından gravür nasıl yapılır, baskı teknikleri nedir gösteriyorum.

Sıkıysa Paylaş:

Leave a Reply

Your email address will not be published.


*